Hz. Muhammed (s.a.v.) “Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve ziynetlerinin açılması (sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır)” hadis-i şerifiyle asrımızın en büyük tehlikesi olan dünyevileşmeyi haber vermiştir. Hz. Ebubekir (r.a.) kendisine ikram edilen bir bardak soğuk su karşısında Efendimiz’in (s.a.v.) bu hadis-i şerifini hatırlayarak gözyaşlarına boğulmuştur.
Sekülerleşme (dünyevileşme) kelimesi Latince kökenlidir. “Irk, çağ, dünya” demek olan “saeculum”dan türemiş olup, değişik anlamlara gelmektedir. Anlamlarından birisi “dünya” köküne bağlı olarak “dünyaya ait, dînî olanın dışında, kutsanmamış, profan” şeklinde açıklanabilecek olan “dünyevi, lâ-dini” anlamıdır. Özellikle Hıristiyanlıkla birlikte bu kelime daha çok gündelik hayata ait olan, dini boyutu olmayan hayat tarzı anlamında kullanılmıştır .
Dünyevileşme dediğimiz zaman imanî, ahlâki, sosyal, ticari meselelerin bütününde, kişinin emeğini, gücünü imkânını dünyevî unsurlara yoğunlaştırması ve dini değerleri gözetmeyişi ya da çok az gözetmesi, daha doğrusu önceliği dünya değerlerine vermesini kastediyoruz. Dünyevileşme, insanın kendisini dünyanın çekiciliğine kaptırması, onun esiri konumuna gelmesidir.
Dine kayıtsız kalmak da dünyevileşmektir
Dünyevileşme, insanın hayat tarzından, düşünme biçimine, anlama algılama şekline, varlıklara, olay ve olgulara bakışına kadar çok çeşitli konuları kapsamaktadır. Kişide ne kadar çok dünyevileşme söz konusu ise adı geçen hususlarda dinden de o derece uzaklaşıyor demektir. Dünyevileşme sadece bir defada gerçekleşen bir eylem olmaktan öte insanın bütün hayatını kuşatan bir süreç olarak değerlendirilmeli, bir noktada dini olan yaklaşımın bir başka noktada dünyevi olabileceği de unutulmamalıdır.
Şunu özellikle belirtmeliyiz ki, dünyevileşme “dinsizleşme, dinden uzaklaşma” anlamını içermesine rağmen her zaman bu anlama gelmez. Çünkü dine “kayıtsızlaşma ve ilgisiz kalma” da dünyevileşmenin bir boyutudur. Şöyle ifade etmek gerekirse, ülkemizde de Müslüman kitle olarak hemen hepimizin dini değerlerle uyuşmayan bazı yanlışları ya da ibadet noktasında eksikleri mevcuttur. Bu noktada hepimizin tamamıyla dinin dışında fertler olarak değerlendirilmesi yanlıştır. Bu durumdaki kimselere, “inandığı halde zaaf ve eksikleri olan, dünyevileşmiş ama ilgisiz ve kayıtsız kalma anlamında dünyevileşme göstermiş kişiler” diyebiliriz. Ülkemizde daha çok bu şekilde dünyevileşmenin görüldüğünü, dini inkâr etmeksizin dünyaya aşırı meylin olduğunu, nefsin arzuları çerçevesinde hareket edildiğini söyleyebiliriz.
Bir diğer bakış açısıyla dünyevileşme, dünyaya kesben değil, kalben bağlanmaktır. Yani dünya hayatının geçici olduğunu, ahiret için bir vasıta olduğunu unutup onu amaç haline getirmektir. Özetle söylemek gerekirse dünyevileşme; dini inanç, değer ve sembollerin hayatın dışına itilmesi veya kişinin hayatında dünyevi hedeflerin öncelik göstermesidir. Buna gerek bireysel ve gerekse toplumsal yaşamda dinin etkisinin zayıflaması veya kaybolması da diyebiliriz.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) haber verdiği tehlike
Dünyevileşme tehlikesine Hz. Peygamber’in şu ifadesiyle çok önceden işaret ettiğini görüyoruz: “Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve ziynetlerinin açılmasıdır (sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır)” .
Hz. Ebu Bekir’in naklettiği şu hâdise de Müslümanların dünyevileşme illetine maruz kalacaklarını açıkça haber vermektedir: Bir defasında Hz. Ebu Bekir içecek bir şey istemiş ve kendisine su ile bal ikram edilmiştir. Bunları görünce o kadar çok ağlamış ki, yanındakileri de ağlatmış. Niçin ağladığı sorulunca da şunları anlatmış: “Ben bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz’i (s.a.s.) elleriyle benim görmediğim birini itiyor gibi yaparken gördüm. Ona ne yaptığını sordum. Buyurdu ki, ‘Ey Ebu Bekir, dünya temessül etti ve bana kendini kabul ettirmek istedi, ama ben kabul etmedim, ellerimle ittim, git dedim. Döndü dedi ki, sen kendini benden kurtardın ama senden sonra gelenler kurtaramayacak.” İşte Hz. Ebu Bekir’in korkusu da “dünyanın kendisini kabul ettirdiği kimselerden” olmaktı ve bu sebeple ağlamıştı.
Dünyevileşmenin Sonu: Kıyamet
Şurası gerçek ki, dünyevileşme hastalığının bizi getireceği nokta maalesef büyük bir tehlikedir. Nitekim Hz. Peygamber’in dilinde bu durum insanlığın son buluşunu ifade eden “kıyamet” tabiri ile açılanmaktadır. O şöyle buyurmuştur: “Ümmetim öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izlemeden kıyamet kopmaz” . Bizler bu bilinçle hareket ederek dini değerlerden uzaklaşmanın kıyamet tabiriyle nitelenmesinin hikmetini kavramalı ve en kısa zamanda hata ve yanlışlarımızdan uzaklaşmanın yollarını aramalıyız.
Her birimiz nefis muhasebesi yaparak ne kadar çok dünyaya bağlanıp, dünyayı hayatımızın merkezine aldığımızı idrak edebiliriz. Peygamber Efendimiz bu durumun ne kadar büyük tehlike olduğunu, bizim için kaygılarını bir başka hadisinde şöyle ifade etmiştir: “Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine, sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi, sizin önünüze de serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum” .
21. asır fani olanı baki olana tercih ettiriyor
İçinde bulunduğumuz asır, insanlara dünya hayatını baki olan hayata tercih ettiriyor. Kırılacak cam parçasını, bâki elmaslara hem de gerçeği bildiği halde tercih etmek alışkanlık haline gelmiş. Hem nasıl ki cazibeli ve şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve tesettürlü hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini unutarak o eğlenceye iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda insan hayatı, özellikle sosyal hayat öyle dehşetli, fakat cazibeli ve acı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî duygularını ve kalp ve aklını nefsî arzularının arkasına düşürüp o fitne ateşlerine düşürüyor. Evet, dünya hayatının muhafazası için, zaruret derecesinde bazı hususlarda dünyevi işlerin tercih edilmesi mümkündür. Fakat bu yalnız bir ihtiyaca binaen olmalı, insanı felakete sürükleyecek mahiyette olmamalıdır. Ancak bu asır, insanın bu damarlarına o derece etki etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve sıradan bir sebep nedeniyle insanlar elmas gibi değerli uhrevi hayatını terk ediyor .
Ne yapmalıyız?
Bizim dünyevileşmemizi isteyen bazı güçler dünyevileşebilmemiz için her türlü tedbiri almakta ve bizi özümüzden uzaklaştırmaya gayret etmektedir. Bize düşen, dünyevileşme tehlikesinin farkına vararak bilinçli veya bilinçsiz yapılan saldırıların idrakinde olmak, gerekli tedbir ve önlemleri almaktır.
Ancak her ne kadar Müslümanların ciddi anlamda dünyevileştiğini söylüyor isek de bu, çözümün olmadığı imkânsız bir durumla karşı karşıya olduğumuz anlamına gelmez. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki; elimizde rehber olarak bulunan Kur’an, hayatın daha büyük ölçüde dünyevileştiği bir topluma indirilmişti. Nitekim bu cahiliye döneminin Arap toplumunda yaşam sadece dünya hayatında ibaretti. Sapıklık, dalalet ve dünyaya perestiş zirvedeydi. İşte böyle bir toplumu dünyevileşmenin en alt seviyesinden alan, onlara uhrevi hayatın gerçeklerini kavratan, “Asr-ı Saadet” denecek kadar dinin en doğru ve sağlıklı yaşandığı sürece getiren yüce rehber Kur’an ve Hz. Peygamber’dir. İşte aynı Kur’an bugün elimizde ise bu sorundan kurtuluş reçetemiz de yine o ilahi kelamda olacaktır. Onu okumak öğrenmek anlamak ve onun açıklayıcısının, yani Hz Peygamber’in öğretileri doğrultusunda yaşama gayreti içinde olmak…
Diğer yandan, dünyevileşmeden kurtulmada takip edilecek en akılcı yol dünyanın gerçek mahiyetini kavramak, dünyaya ne kadar değer vereceğimizi sağlam bir şekilde belirleyerek dünya-ahiret dengesini kurmak, yaradılış gerçeğimizin imtihan olduğunu unutmaksızın, Kur’an ve sünnete ittibayı asıl gaye edinmektir. Bunun yanında iman ve amel dünyamızda ihya çalışmaları yapmak, takva ipine sarılmak, bilinçli ve kararlı bir şekilde nefis terbiyesine başlamak dünyevileşme hastalığından kurtuluşta nirengi noktalardır.